Skip navigation

Category Archives: Film & Animation

Araya pek çok ahkâm tohumu serpiştirdiğimizin farkındayız. Lâkin farkında olduğumuz bir başka şey de bizim, bu anlatının yazarı ve/veya yazarları olarak, okuyucularımıza sadece zevk vermek ve hoş vakit geçirmelerini sağlamak için yazmadığımız gerçeğidir. Son derece önemli mevzuları mercek altına alıyoruz burada; anlatıya ara vermişsek insanlığın geleceğine dair birtakım endişeler taşıyor oluşumuzdandır. Her neyse, lâfı daha fazla uzatmadan kaldığımız yere geri dönecek olursak görürüz ki olayın aldığı gayet komplike hâl yıllardır durmaksızın coşkuyla çarpamktan yorgun düşmüş ve/fakat aynı sebepten, yani durmaksızın çoşkuyla çarpmaktan ötürü, kas bakımından güçlenmiş yüreklere acı vermektedir. Çünkü “Ölüm ve Kapitalizm” temalı konferansın ilk konuşmacısı üç silahşörlerde şok etkisi yaratacak bir kişidir. Söylemeye gerek var mı bilmiyoruz, ama her ne hikmetse “istihbaratın düştüğü yanılgının ve bilgi eksikliğinin boyutları hem korkunç, hem düşündürücü, hem de ibret vericidir,” demekten de kendimizi alamıyoruz. Söz konusu yanılgıdan kaynaklanan istihbarat krizinin üç silahşörler için bu duygulara ilâveten endişe verici de olmasının ise insan doğasının gereği olduğunu da sözlerimize eklemeyi ihmâl etmiyoruz. Zira konferansın ilk konuşmacısı devletler platformunun korkulu rüyâsı Dr. Lawgiverz’dir. Belli ki doktor Japonya’da olmaktan ziyade tıpkı üç silahşörler gibi İngiltere’nin başkenti Londra’dadır.

Evet, yanlış duymadın, “Ölüm ve Kapitalizm” adlı konferansın ilk konuşmacısı, akıl ihsan olunmuş her fâninin aklına durgunluk vermesi kuvvetle muhtemel olsa da Dr. Lawgiverz’di, ey üstündeki lâneti yazgısı belleyen şaşkın okur. Akla zarar hakikatlerin birbiri ardına zuhruyla kasılan bilinçlerin daha fazla kasılmasına gönlümüz razı olmadığından, Dr. Lawgiverz’in konuşmasının anlatımızın kurgusu açısından önem arz etmeyen yanlarını budayıp, sadece hayati ehemmiyeti haiz bazı noktaları iktibas etmenin yerinde olacağını düşündük. Eminiz ki pek çok okuyucumuz bu kararımızı sevinçle karşılamış, içlerine dolan salakça sevinçle ne yapacaklarını bilmez bir vaziyette taklalar atmaya başlamıştır. Kararımızdan hoşnut olmayan okuyucularımıza ise elimizden herkesi tatmin etmenin mümkün olmadığı gerçeğini bir an olsun akıllarından çıkarmamalarını salık vermekten başka bir şey gelmediğini üzüntüyle belirtmek isteriz. Kendilerine burada sizlerin huzurunda söz veririz ki bir dahaki sefere de şimdi sevinç çığlıkları ve taklalar atan okuyucularımıza vereceğiz aynı salığı. Böylece her iki gruptaki okuyucularımızı da eşit derecede ihya etmiş olacağız sanırız. Kendini hangi gruba dahil hissederse hissetsin, hiçbir okuyucumuzu sanrılarımızla meşgul etmek istemediğimiz için lâfı fazla uzatmadan Dr. Lawgiverz’in konferansta sarfettiği ibret verici sözlere geçelim isterseniz şimdi hep birlikte.

Ama durun bir dakika, sanırız bu kısımları böyle hızlıca geçiştirmemek lâzım, ne de olsa Dr. Lawgiverz’in üş silahşörlerin dizi dibinde olması kurguya yepyeni bir boyut katıyor. Şef yanındaki iki embesile şaşkınlık ve kınamayı aynı anda dışa yansıtan bir bakış fırlatıyor. Az önce iki embesil diye andığımız müffettiş ve çavuş ise şefe şaşkınlık ve korku dolu bakışlarını gönderiyor. İşler iyice sarpa sarıyor anlaşılan. Her neyse ama, şimdi panik yapmanın ve çevredekilere işin içindeki bit yeniklerinden örnekler sunmanın hiç sırası değil. Üç silahşörlerin bu aşamada yapması gereken soğuk kanlılıklarını korumak ve ölümle kapitalizm arasındaki ilişkileri spekülatif realist bakış açısıyla mercek altına almak maksadıyla düzenlenmiş “Ölüm ve Kapitalizm” adlı bu konferansı konuyla son derece alâkadarmış gibi can kulağıyla dinlemek. Şimdi papara koparmanın ve Dr. Lawgiverz’in yanına gidip “tutklusunuz bayım, sizi neo-liberal düzenin ve global kapitalizmin temellerine dinamit döşemeye, bu suretle rejimi yıkmaya cüret ve teşebbüs etmekten tutukluyoruz!” demenin hiç sırası değil. Bu arada dikkatli okuyucularımız soracaktır; “peki ama üç silahşörler Dr. Lawgiverz’i nereden tanıyor? Anlatıda daha önce Dr. Lawgiverz’in resmini gördüklerini hatırlamıyoruz.” Haklısınız sevgili okurlar, görmediniz, çünkü gösteren olmadı. Bizim de gözümüzden kaçan bu ayrıntıyı gündeme getirdiğiniz için size teşekkürü bir borç biliriz. Borcumuzu nasıl ödeyeceğimizi ise şimdilik bilemiyoruz. O yüzden hemen konuya açıklık getireceğini düşündüğümüz şu açıklamayı yapmayı boynumuzun borcu sayıyoruz: Dr. Lawgiverz’in resimleri devletler platformunun web sitesinde yayımlanmıştır; devletler platformu ise söz konusu resimleri bizzat doktorun kişisel web sitesinden araklamıştır. Zaten doktorun öyle saklısı gizlisi de yoktur. Internete girip google arama motoruna Dr. Lawgiverz yazıp ara’yı tıklamak irili ufaklı, renkli renksiz pek çok Dr. Lawgiverz resmine erişiminizi mümkün kılacaktır. Yani kısacası üç silahşörlerin, doktorun resimlerini görmesi değil, görmemesidir imkânsız olan. Bu konuya da yapıbozum tekniğini kullanmak suretiyle böylece açıklık getirdiğimize göre sanırız artık anlatımıza kaldığımız yerden devam edebilir, yani Birkbeck Enstitüsü’nün konferans salonuna geri dönebiliriz. Lâkin salona dönüp anlatıya devam etmeden önce tüm bu açıklamalarımızı anlamsız kılmak pahasına şunu da sözlerimize eklemeden edemedik: Zaten konferansın posterlerinde Dr. Lawgiverz’in ilk konuşmacı olduğu açık ve net bir biçimde yazılıydı. Bu posterlerin nasıl olup da üç silahşörlerin gözünden kaçmış olabileceğini ise  inanın biz de bilemiyoruz. Tek tesellimiz, bir anlatıcı da olsa insanın her şeyi bilmesinin mümkün olmadığı gerçeğidir.

Üç silahşörler konferans salonunun arka sıralarına oturmayı seçmiştir. Bu seçimlerinin ardında yatan sebep ise tüm salona hakim bir görüş açısına sahip olmak arzusunu taşımalarıdır; böylece salonda kuş uçurtmayacaklar, dişi olsun veya olmasın hiçbir sineğe geçit vermeyeceklerdir. Bu arada Dr. Lawgiverz, Ölümlüler, Ölümsüzler ve Spekülatif Gerçekçiler adlı konuşmasına başlamıştır bile, ki söz konusu konuşmayı da ne yazık ki anlatının akışı içerisinde yeri olmadığı düşüncesiyle kitabımızın son bölümüne aldığımızı belirtelim. Tekrarlamaktan asla bıkmayacağımız o bölüm ise her zaman olduğu gibi gene Dr. Lawgiverz’den Nihilistik Spekülasyonlar adını taşımaktadır, ey görüşleriyle kitabın organik bütünlüğüne katkı koyan paha biçilmez okur!

Sanctus and Other Films by barbarahammer.com from barbara hammer on Vimeo.

Sanctus is a film of the rephotographed moving x-rays originally shot by Dr. James Sibley Watson and his colleagues. Making the invisibile, visible, the film reveals the skeletal structure of the human body as it protects the hidden fragility of interior organ systems. Sanctus portrays a body in need of protection on a polluted planet where immune system disorders proliferate.

Snow Job: The Media Hysteria of AIDS, 1988, 8 min.
Endangered, 1989, 19 min.
Sanctus, 1990, 20 min.
Vital Signs, 1989, 10 min.

 “In Examined Life, filmmaker Astra Taylor accompanies some of today’s most influential thinkers on a series of unique excursions through places and spaces that hold particular resonance for them and their ideas.

Peter Singer’s thoughts on the ethics of consumption are amplified against the backdrop of Fifth Avenue’s posh boutiques. Slavoj Zizek questions current beliefs about the environment while sifting through a garbage dump. Michael Hardt ponders the nature of revolution while surrounded by symbols of wealth and leisure.

Judith Butler and a friend stroll through San Francisco’s Mission District questioning our culture’s fixation on individualism. And while driving through Manhattan, Cornel West—perhaps America’s best-known public intellectual—compares philosophy to jazz and blues, reminding us how intense and invigorating a life of the mind can be.

Offering privileged moments with great thinkers from fields ranging from moral philosophy to cultural theory, Examined Life reveals philosophy’s power to transform the way we see the world around us and imagine our place in it.”

The cover of Kafka's absurdist 1915 novella Di...

Image via Wikipedia

A short film adaptation based on Kafka’s “Metamorphosis”. Early work by filmmaker Carlos Atanes, 1994.

İzolasyon ve Yaratıcılık

Eğer bunalımlı, yani depresif bir şahsiyet biraz yetenekliyse evden çıkıp toplumsallaşma uğruna saçmalamak yerine odaya kapanıp yaratıcı yazarlığa, müziğe veya ressamlığa falan yönelirse kendine çok büyük bir iyilik etmiş olur. Bunalımlı kişi böylelikle bunalımını ve mutsuz bilincini lehine çevirerek topluma faydalı bir insan olur ve tımarhanede saygın bir hasta konumuna düşmekten kurtulur.

Yazarların tanıması pek hoş olmayan insanlar olduğu sıklıkla söylenegelmiştir. Bu tüm yazarlar için doğru olmasa bile, pek çoğu için yerinde bir tesbittir aslında. Bunun sebebi yazarların kişiliklerinin yazdıkları yazılarda ortaya çıkarken, sosyal ortamlarda geri plâna itilmesidir. Ama belirtmeliyim ki bu da tüm yazarlar için geçerli sayılamaz; sadece bunalımlı yazarlar yazılarının yansıttığından daha farklı karakterlere bürünürler gerçek hayatlarında. Toplumdan yabancılaşma, çevreden kopma, içe dönme had safhadadır bunlarda.                                     

İzolasyonu ve bunalımı bir yaşam biçimi olarak benimsemiş yazarların başında gelen Franz Kafka’nın bir sabah uyandığında kendini devcileyin bir böceğe dönüşmüş olarak bulan bedbaht personası bu yabancılaşmanın ürünüdür meselâ. Ama Kafka’nın kendinden öncekilerden farkı “yabancılaşmaya yabancılaşmak” gibi bir durumun nasıl olabileceğini ve nelere yol açabileceğini kaleme almış olmasındadır.

Kafka bir insanın böceğe dönüşmesi gibi son derece doğaüstü bir hadiseyi son derece normalmiş gibi ciddi ciddi anlatıyor bizlere. Ama Dönüşüm’ün sonlarına yaklaştığımızda görüyoruz ki yüzeydeki o ciddiyetin hemen altında anormalliğe kayıtsız kalan bir çevre karşısındaki bireyin ironik tutumunun yarattığı dalgalanmalar mevcuttur. Ve bu ironik ciddiyet — işte bu yersiz resmiyet — yabancılaşmış karakterin böceğe dönüşme olayına kayıtsız kalan toplumun düştüğü durumun ironik ve mizahi bir anlatımı olarak çıkıyor karşımıza Dönüşüm ikinci kez okunduğunda.

Kafka’nın eserlerindeki o kesin ve net dilin — Kafka’nın bir avukatlık bürosunda hukuki yazışmalar yaparak yaşadığını unutmayalım — işte o hukuk dili gibi boğucu dilin böyle anormallikleri anlatmakta kullanılması bizi adeta bir yabancılaşmalar seli içerisinde bilinmezliğe sürüklüyor ve/fakat işte biraz şansımız varsa Kafka’nın yabancılaşmaya yabancılaşmış sesini duyabiliyoruz.

Şöyle: Eğer bu güne kadar hep kaybetmişsek aşkta, kumarbaz aklıyla düşünüldüğünde son derece şanslı bir kişiyiz demektir. Bu kadar şanslıysak, yani hep kaybetmişsek aşkta, işte ancak o zaman girebiliyoruz Kafka’nın bu garip dünyasına. Ve eğer girebilmişsek bu dünyaya, sen de takdir edersin ki kahkahalarla gülmekten kendimizi alamıyoruz sevgili okur.

C.E.